Şiddetsiz İletişimden önce sevdiğim insana kızınca suçluluk hissederdim.
Suçluluğu bastırmak için de savunma yapardım. Çünkü benim dünyamda sevdiğim
insana kızılmazdı.
Küçükken kim bilir kaç yaşımda henüz kritik edecek bilincim yokken, bu düşünce
kalıbını, nereden kimden aldıysam, süreç içinde düşünce olan kalıp, inanç kalıbı
olarak “bilinçaltı”mın malı olmuş.
Bilinçaltının malı olmak demek benim gerçeğim olarak hayatımda hüküm sürüyor
demek. İşte bu sebeple Yung’ın dediği gibi “bilince çıkmayan bilinçaltı kaderimiz
olur”.
Şiddetsiz İletişimle öğrendim ki sevgi hem duygu hem de ihtiyaçtır.
Eğer duygu olarak yaşıyorsam tüm duygular gibi gelir geçer. Yani bir an seni
seviyorken, ilk fikir ayrılığında sana kızabilirim, sonra o kızgınlık da tekrar geçer ve
seninle yaşadığım şeyle karşıladığım ya da karşılayamadığım ihtiyaçlarıma paralel
hep değişir.
Özetle sevgiyi duygu olarak yaşıyorsam bu duyguların doğası gereği değişiyor.
İhtiyaç olan sevgiye gelince, o zaten hepimizin en temel ihtiyaçlarımızdan biridir.
Bu ihtiyacımızı karşılamak için gerek yakın çevremizde gerekse biraz daha uzak
olan bir çok insanı, hayvanı, doğayı severek karşılarız.
Toplumsal veya kültürel koşullanmalarla sadece sevgilimizden, eşimizden,
ailemizden bu temel ihtiyacımızı karşılamaya çalışmak her iki tarafın da birbirini
tükettiği bir hal alabilir. Çünkü ihtiyaç geniş strateji az.
Çok susadık diyelim, bu susuzluğu çevremizdeki gürül gürül akan bir çok
çeşmeden karşılamak yerine, incecik akan tek bir çeşmeye yönelmişiz demektir.
Sevgice💫